12 Ocak 2012 Perşembe

Howard Brandston

Bu yazıda, kişisel olarak tanışma şansına eriştiğim ve çok etkilendiğim mesleğin duayenlerinden Howard Brandston'ın aydınlatma tasarımı ile ilgili çok önemli bulduğum görüş ve tanımlamalarını sizlerle paylaşmak istedim. 105 adet mesleki başarı ödülü sahibi Brandston'ın çalışmaları arasında önde gelenler hiç kuşkusuz New York'taki Özgürlük Anıtı ve Kuala Lumpur'daki Petronas Kuleleri. Eğer bu yazı ilginizi çeker de kendisini daha derinlemesine araştırırsanız bizlerin hayalleri hakkında daha geniş bilgi sahibi olabilrsiniz.




Aydınlatma tasarımı bir sanattır

Bilim ve teknolojinin kullanımı sadece kural ve normlarla olan bir buluşma değil.

Metin: Howard Brandston, FIALD, FIES, PLDA


PLD’de çoğu kişinin eğitim almış uzman ve bir üniversite mezunu olduğunu tahmin ediyorum ki bunun da ön koşulu bazı yeteneklere sahip olmaktır. Hepimiz okur  yazarız, matematikte temel bir bilgimiz var, konuşabiliyoruz ve iletişim kurabiliyoruz. Mesleğimizi belli normlar ve kurallar çerçevesinde nasıl icra edeceğimizi örğendik. Bilmemiz gereken her şeyin asgarisini öğrendik. Eeee, sonra? Eğitiminizi pek öyle övmeyin. Belki de size verilenler çok yüzeyseldi. Özellikle medyada yer alan makalelerden kendinizi koruyun. Bunların çoğu reklam propagandasından başka bir şey değil ve sizleri beyin yıkamanın kurbanı yapıyor. Dikkat etmezsek yakında kendi karar verme yeteneğimize olan inancımızı kaybedebiliriz. Kural ve normlar veya şu sıralar moda olan yeni terimler, planlama terimleri gibi yardımcı olarak araçlara odaklanıyoruz. Bunların hepsi saçma ve ne düşünülmüş ne de temeli olan yöntemleri açıklıyorlar. Yine de gözde aydınlatma tasarımcılarının bu tarzda mesleklerini icra etmeleri maalesef çok yaygın.
  
Aydınlatma tasarımı ilk etapta bir sanat. Pratikte, geliştirme; tasarımda teknoloji ve bilimi kullanırız. Ancak sanatın, öncelikle sonuç olarak görmek istediğinizi vermesi beklenir. Bu makalede hayatım boyunca yaşadığım ya da aklıma gelen bazı deneyim ve düşünceleri anlatacağım. Bunu yaparken sanat olarak aydınlatma tasarımına yönelik fikrimi ve ışık sanatının gelişimine, görmek isteneni yaratmaya yönelik düşüncelerimi açıklayacağım. Öncelikle cevaplanması gereken soru “Sanat nedir?” sorusudur. Cevabı: “Bilgi veya yetenek gerektiren bir faaliyet... Güzel şeyler yaratırken sanat yetisini kullanmak ve hayal etme gücü”. Sanat insana yönelik bir kültür ürünüdür, yaratıcı bir sürecin sonucudur. Bir nevi “sanat eseridir”. Bana göre bir sanat eseri orjinal bir konsept veya fikir, güzelliğin cisim bulmuş hali, bir eserin yaratılması esnasında temelinde yaratıcılık yatan mükemmel bir çalışmanın sergilenmesidir. Sanat, hayatımızın tüm görevlerinde entellektüel bir performansın temelidir. Peki tasarım nedir? Yine Webster’den bir alıntı yapacak olursak: Akılda bir şey düşünmek ve planlamak, bir şeyi tasarlamak ve bir şey için plan çizmek, belli bir plan veya hedef için bir şey düşünmektir.” Tüm bu tanımlar, tasarımın insanın aklında geliştirilmiş olan bir plan olduğunu, bu planın sonunda uygulamaya alınıp gerçekleştirildiğini varsayar. Tasarım bir kopya değildir. Bilinçli olarak düşünen insan kopyalar tasarlamaz.

Aydınlatma tasarımı nedir? (Webster’da açıklaması yok). Benim aydınlatma tasarımı ile ilgili tanımım şöyle: Işığın sanatsal olarak uygulanması yaratıcı bir süreçte ortaya çıkan ve plan olarak kağıt üzerine aktarılarak belli işlevleri veya belli bir amaca ulaşmak için geliştirilmiş temel, orijinal bir fikirdir. Aydınlatmanın sanatı nedir? Ve yine kendi tanımım şöyle: Aydınlatmanın sanatı, düşünülenin, zekânın, duygu ve ilhamın bir araya gelmesidir. Tüm bunlar aydınlatma tasarımcısının çalışmasının bileşenleridir. Daha büyümeleri ve güçlü kalmaları için sürekli “beslenmeleri” gerekir. Kafamızdaki vizyonu geliştirmek için güç ve enerji olmaksızın ilham alamayız, görmek istediğimizi gerçekleştiremeyiz.

Bir sanat eseri yaratmak için açık olmak gerekir. Flesch Rudolph: “Yaratıcı düşünce, işleri eskiden beri yapıldığı gibi yapmanın özel bir şey olmadığının anlaşılmasıdır”. Gördünüz mü? Yaratıcı olmak  çok kolay. Yapmanız gereken tek şey, daha önce görmüş olduğunuz bir şeyi çalışmalarınıza dahil etmemek. Ancak yeni tasarımınız ne zaman bir sanat eseri olur? Sanat eseri olabilecek bir konsepti nasıl geliştirebiliriz? Farklı olmak sanat eseri yaratabiliyor olmak demek değildir. Işık bir şiir gibi ruhunuzu okşuyor veya bir müziğin odayı doldurduğu gibi ruhunuzu dolduruyor ise, o zaman bir sanat eseri yaratmışsınız demektir. Sanatsal bir çözüm arayışı içindeyken elime kalemi aldığımda her yazılmamış kağıt, her yeni tasarım projesi ruhumu hareketlendirir ve merakıma ilham verir. Bu vizyonu, başkaları eseri gördüğünde gereken duygusal tepkileri ortaya çıkartacak bir şeye dönüştürmeliyim. Her yeni projeye baştan başlamamın ve sonuç olarak neyi görmek istediğinizi düşünmemin ve geçmiş bilgilerimi sizlere aktarmamın neden önemli olduğunu anlatsam, bunu daha iyi anlayacaksınız. Ben biraz geçmişte oyalanırken sabırlı olmanızı rica ediyorum.
Küçük bir oğlan çocuğu iken sanatçı olacağımı biliyordum. Çok iyi resim yapabiliyordum ve daha fazla öğrenmek için sanat yüksek okuluna gitmek istiyordum. New York’un Brooklyn Bölgesi’ndeki PS 238 okulundaki akıllı sanat hocam Bayan Grayson, böylesine bir eğitim sürecinin beni çok kısıtlayacağı kanısındaydı. Bunun yerine tamamen akademik bir eğitim ile sanat alanında ihtisas olanağı sunan özel bir okula (Orta okul I) gitmemi tavsiye etti. İyi ki de öyle olmuş! Bir genç olarak benim için bu çok büyük bir adımdı. Yepyeni ufuk açtı. Sanat öğretmenim, zamanın efsanevi sanatçısı ve hocası Leon Freund’du. Kendisi Franklin Delano Roosevelt’in “Works Porgress Administration” hareketinin yönetici üyelerindendi. Söz konusu hareket büyük depresyon döneminde Amerika’da sanatı tekrar hayata döndürmeden sorumluydu.
Leon beni ve çizimlerimi seviyordu ve bu şekilde efsanevi sanat hareketinin bir üyesi oldum. Benim görevim günlük sanat dersinin hazırlıklarını yapmaktı. Leon sınıfa ödevini verir ve öğrenciler çalışmaya başlamadan önce şöyle derdi: “Önünüzde bir kağıt var. Sanat eseri için bir potansiyel. Bakalım siz bundan neler çıkaracaksınız”. Bu yalın cümleyi hiç unutmadım: “Bakalım siz bundan neler çıkaracaksınız.” Her proje benim o düz yaprağım oldu. Elimdeki projeden neler çıkaracaktım. Sonradan şunu diyebiliyorum: O zamandan beri görmeyi öğrendim. “Learning to See: A Matter of Light” adlı kitabımdan “Görmeyi öğrenmek” konusu hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Aynı zamanda tiyatro ile ilgileniyordum. Aynı okulda tiyatro ve drama dersleri veren ve bizi çeşitli Broadway gösterilerine götüren Gustav Blum ile tanıştım. Gösteriler benim o dönemki genç hayal gücüm için gerçek bir facia idi. Korkunç derecede yetenekli tasarımcılar ve gösteri sanatçılarından ilham alarak ve olağanüstü öğretmenlerimin desteği ile geleceğimi açıkça gördüm. Tiyatroda çalışacaktım.

Mimari ve mühendislik dallarının aksine, tiyatroda kurallar, talimatlar ve normlar yoktu. Ne yaparsanız yapın büyük bir gösteri için yapılırdı. Sanki sınırlar yoktu. Biraz çaba ve çok büyük bir porsiyon hayal gücü yetiyordu. Yaratıcılıkla tiyatronun sahne görüntülerinde çalışma ayrıcalığı ve bu şekilde edinilen deneyimler, bir üst eğitim aşamasına geçene kadar hayatımı şekillendirdi. 16 yaşımda “Serbest Sanat” dalına kaydoldum. Ana dal olarak tiyatro bilimleri ve yan dal olarak felsefe aldım. Mükemmel bir öğrenci olmama rağmen okul gösterilerinde yer alan öğrencilerin performansları ve beklentileri tamamen korkuttu. Herhangi bir görevi üstlenmek veya en küçük rolde oynamaya korkuyordum. Kendi başıma çalışabileceğim sanat atölyelerine çekildim. Pratik stüdyo çalışmalarına müracaat etmemiş olmama rağmen Leon Freund’un sanat atölyesindeki üyeliğim nedeniyle bu alanda çalışmama müsaade ettiler. Orada gayet delişmen ve ilham kaynağı bir öğrenci olan Paul von Ringelheim ile tanıştım. Yakın arkadaş ve birbirimize ilham kaynağı olduk. Mezuniyetinden sonra Paul, Pablo Picasso’nun asistanı oldu.

Felaket. Ben tiyatroya aşık olmuştum. En sonunda bütün cesaretimi topladım ve yakın bir tarihte gösterime girecek olan bir gösterinin hazırlık toplantısına katıldım. Büyülenmiş bir şekilde toplantıda oturuyordum. Gösterinin farklı unsurlarında çalışacak gönüllüler aramaya başladılar. Bir sonraki gösterime kadar görevsiz kalmak istemiyorsam, elimi kaldırıp gönüllü olarak bir görev almak için harekete geçmen gerektiğini anladım. “Işıklandırmayı kim yapacak” sorusuna “ben” diye cevap verdim. Yeni hayatımın başlangıcı bu andı. Tiyatro sanatçısı olacaktım.
Genç yaşımdan beri sanat kelimesinin, aydınlatma tasarımını tarif ettiğini biliyorum. Sanat!
Neden aydınlatma tasarımı bir sanat olmalı?
Bu neden önemli. Çünkü neye varmak istiyorsak onu gösterecek. Bir sahneyi veya mekânı nasıl görmek istiyorsak o şekilde yaratma yeteneği. Çok geç olmadan işverenlerimiz için ve sanatsal ışık çözümleri tasarlamak için yasaların şartlarını ve tüm yeni yasaların bize aydınlatma tasarımını sanat olarak icra  etmemize olanak sağladığını bilmek zorundayız. Halen geliştirilmekte olan ve bize tanıtılan tavsiyeler ve normlar kısıtlamanın çok ötesine geçiyor. Neredeyse tasarımsal içeriği boğuyor. Akkor ampul ile ilgili girişimleri düşünmeniz yeterli. Sanata karşı olan, tüm bu saldırıları başlatıyor? PLDA veya IALD’mı? Hayır! Bunları başlatanlar siyasetçiler – evet! 1875 tarihi doğumlu İngiliz yayıncı Ernest Benn şöyle diyor: “Siyaset bela arama ve sonra belanın mevcut olup olmadığını tespit etme, sonra yanlış tanı koyma ve buna karşılık tamamen yanlış bir çözüm sunma sanatıdır”. Bana sorarsanız, ışık dünyası şu sıralar böyle görünüyor. Ancak bu dünyayı değiştirebilirsiniz. Hatta bir aydınlatma tasarımcısı ve sanatçı olarak bunu yapmakla yükümlüsünüz. Bugüne kadar ne kurallar ne de normlar, beni kötü çalışmalar sunmaya itebildi!
Aydınlatmanın sanatı ilhamla başlar! İlham ise açıklık, şüphe ve merak ile doğar. Sanatçı, müzisyen, artist, yazar, filozof, bilim adamlarına yönelik ilgiye ve bunların çalışmalarını kabul etmeye dayanır. Kişisel olarak bu süreci New York Kenti’nin cafe ve restoranlarında, düzenli olarak sanatçı ve artistleri görerek tatma şansına sahip oldum. Birkaç heyecanlı konuşmalarda bulundum. Ben zamanında – ve halen – bu tür sohbetlerden ve bana yolumda eşlik eden çeşitli mentorlarımdan ilham aldım. Bunun dışında, çalışmalarını destekleme fırsatı verilen örneğin Martin Puryer, Dan George, James Turrell ve Roy Lichtenstein gibi tanınmış sanatçılarla yaptığım çalışmalardan ilham aldım. Tüm bu deneyimlere müteşekkirim. İlhamın hiçbir zaman kendi çalışmalarımın bir sonucu olmadığını öğrendim. G.K. Chesterton’un dediği gibi: “Elinizdeki tek alet bir çekiç ise her problemi bir çivi olarak görmelisiniz”.

Sanatsal yaratıcılığımız, kendi planlama ofisimizin kazandığı bir gelire bağlı olmamalıdır. Bununla ilgili olarak özel bir örneği paylaşmak istiyorum: Her ne kadar eşim çok mutlu olmasa da, yemek yaptığımda her zaman özel bir şey yaratmak istiyorum. İster eşim, ister arkadaşlarım veya kendim için olsun, daha önce hiç masaya konulmamış bir şey yapmak istiyorum. Böylece yaratıcılığımı sürekli ayakta tutuyorum. Tüm bu başarılı akşam yemeklerindeki en büyük dezavantaj, eşimin aynı yemeği bir kere daha yapmamı  istemesi. Ama bu çok sık olmuyor!

Özgürlük Anıtı - Dış
Her sanatçının kendine özgü bir yaratıcı tasarım süreci var. Sanatçının çalışması ile ilgili bir tür düzeni de olması gerekiyor, aksi takdirde yaratılan özel bir şey olmuyor. Sanat yaratmak için çok çalışmak, hatta çok çok çalışmak gerekiyor. Çalışmak ise disiplin ve düzen gerektiriyor. Sanat olarak aydınlatma tasarımı bu alanda bir istisna değil. Unutulmamalı ki, aydınlatma tasarımı iş birliğine dayalı bir sanat. Aydınlatılacak bir şey olmalı. İş birliği disiplinler ötesine geçen bir bilgi gerektiriyor. Aynı yaratıcılık dalga boyunda olan ekip üyeleri ile iletişim gerektiriyor. Sanat olarak aydınlatma tasarımı çok özel ve sadece güncel projeler ile güncel kalmıyor, günlük beyinsel aktiviteler ile güncelleniyor ki böylece kendi yeteneklerimiz ve ilham alan düşünme tarzımızın  hassas ayarını yapıyor.
Ben bedenim ve ruhumda çalışıyorum. Yaratıcı bakış açısı için çok önemli olan konser, tiyatro gösterileri ve sanat eserleri sergilerine katılıyorum. Aynı zamanda egzersiz de yapıyorum. Bu sportif egzersiz değil, bunun dışında, ruhsal yeteneklerimi geliştiriyorum. Tanımadığım bir mekâna girdiğimde, mekândaki bir ögenin yerini değiştirerek, özellikle ışık ile alâkası olmadan görüntüyü nasıl iyileştirebileceğime bakıyorum.

Bir başka egzersiz ise, bulunduğum mekânda ne kadar ışık olduğunu tahmin etmek oluyor. Farkettiniz mi “Tahmin etmek” dedim  ve “ölçmek” demedim. Hiçbir zaman önce ölçülmemeli. Bundan hiçbir şey öğrenemezsiniz. Tahmin ettiğimi not ediyorum. Sonra mekândaki, ışık kaynaklarını kontrol ediyorum. Pencerelerin ve varsa çatı pencerelerinin büyüklüğüne bakıyorum. Sonra günün saatini kontrol ediyorum ve kafamdan, bulunduğum yer için tüm ışık kaynaklarının ne kadar ışık ürettiğini hesaplıyorum. Bazen hile yapıyorum. Bir kalem ve kağıt ile hesap yapıyorum. Lux ölçerim yanımda değil ise yansıma enerjisini ölçüyorum ve ne kadar iyi olduğuma bakıyorum. En sonunda sonuca varmak için ne kadar daha eklemem gerektiğini tespit ediyorum. Her şeyi not alıyorum. Ne yaptım? Görmeyi ve değerlendirmeyi örğendim. Işığı okuyabiliyor ve yazabiliyorum!

Bu müziği yazmak gibi bir bale ustasının yeni koreografi yaparken aldığı notlar gibi... Işığı yazabilirsiniz. Bu tür günlük bir eğitim rutini, tiyatro dünyasında “sense memory” (emosyonal hafıza) olarak adlandırılan mekân ortamı. İşte bu duygusal hafıza, ışığın mekân içindeki duygu etkisinin bilgi kaynağına dönüşüyor. Bunu baz alarak tasarlanan ışığın, aydınlatılan mekâna uygun duyguları nasıl yaratacağı önceden söylenebiliyor. Bu tür egzersizlerle projelerim için en doğru ışık kaynağını, ışık dağılımı ve lamba yerleşimini tayin edebiliyorum. Bunlar aydınlatma tasarımını sanata çeviren ve ışığın, aydınlatılmış mekânların ruhunun ayrılmaz bir parçasını oluşturan temel araçlar. Hem iç hem de dış alanlar için geçerli.

Özgürlük Anıtı - İç
Kimler için çalışıyorum?

Her projenin arkasında bir işveren ve temsilcilerinin olduğunu biliyorum. Benim için onların beklentilerini karşılamak son derece önemli. Aynı zamanda, proje ile görsel olarak temas kuracaklar için tasarım yapıyorum. Her proje, bir kent veya bölge içindeki ve hatta binanın inşa edileceği eyalet içindeki yerin bir alt sistemi. Herkesi memnun etme gibi ek yük beni tutku ve ilham ile orjinal bir eser yaratmaya teşvik ediyor. İnsanın, görme sisteminin karmaşıklığını teorik olarak rakamlarla ifade edebilsek de insan algısını numerik olarak açıklamak çok zor. İnsan duygularını en derinden tatmin edecek görsel bir çözüm arayışında sayılara bağlı bir yöntem kullanmak doğru olmayabilir. Bu nedenle metodolojinin, düşüncelerin ve tüm potansiyel çözümlerin kontrolü ile ilgili olarak işveren, tasarım ekibi ve diğer birçok unsuru kapsayan interaktif bir bileşeni içermesi gerekmektedir. New York Limanı’ndaki Özgürlük Heykeli’nin varlığını bir düşünün. Tüm dünyadaki farklı kültürlerden gelen insan kitleleri için aydınlatma tasarımcıları olarak kendimizi sorumlu hissettik. Kişisel algılara hitap etmek için, projenin başında büyüklüğüne bakılmaksızın işverenin ekibi ile inşaat alanının çevresinde ve benzer projelere bir tur yapıyorum. Bu ziyaretlerle bina veya bir yer için ışık tasarlayacaksak, hangi hedeflere ulaşmamız gerektiğini görebiliriz. Tüm katılımcılar bu geziden bir şeyler öğreniyor. Işığın, inşa edilmekte olan projedeki rolünü daha iyi anlamamızı sağlıyor. Programın tamamı sadece kelime ve çizimlerden oluşmuyor. Ayrıca bir dizi görsel sonuçlar da sunuluyor. Tasarımcılar, turlar ve görülenler konusunda bilgi alışverişi ile projenin ne kadar zorlu olabileceğini anlıyorlar. Hangi çözümlerin olabileceğini ve projenin başarı ile gerçekleştirilmesinde hangi kural veya normların engel teşkil edebileceğini anlıyorlar.

Profesyonel aydınlatma tasarımcısı kim?

Belli bir sayıda proje tasarlayanlar kendilerini aydınlatma tasarımcısı olarak adlandırabilirler. Ancak bu kişiler otomatik olarak “profesyonel” midir? Kesinlikle amatör değildirler. Uzmandırlar. Ancak ne zaman bir profesyonel aydınlatma tasarımcısı olunur? Benim kanaatimce mesleğe kabul görmüş bir katkıda bulunanlar profesyonel aydınlatma tasarımcıları olarak adlandırılabilirler. Bu takdirin meslektaşlarından gelmesi gerekir. Ünvanı kendiniz koymamış olmalısınız. Yetmişli yıllarda, ABD’deki ilk ASHRAE / IES enerji kuralı için yeni binalarda ışığın enerji tasarruflu kullanımına yönelik bir matematiksel formül yazdım. “Aydınlatma Sanatçısı” olarak ışıkla ilgili kuralların gelişmesine katkı bulunmam gerektiği konusunda kendimi sorumlu hissettim. İyi ışık çözümlerinin korunması ile ilgili katkım olmalıydı. Muhtemelen bildiğiniz gibi, aynı nedenlerden dolayı yıllarca IIESNA ve IALD derneklerinde profesyonel olabilmek ve aydınlatma tasarımını sanat olarak geliştirmek için görev aldım.

Ne zaman aydınlatma sanatçısı olunur?

Bana göre sanatçılar, çalışmaları kendi faaliyet alanlarının dışında kabul görmüş yaratıcı insanlardır. Hedef aydınlatma tasarımının sanatını sürekli geliştirmektir. Bu mesleğin son 50 yılda nasıl ilerlediğini görmek çok heyecan verici. Ellili yıllarda bir elin parmakları kadar sayıda aydınlatma tasarımcısı vardı. Daha heyecan verici konu ise, bu mesleği edinmeye karar veren ve giderek artan genç bay ve bayanların sayısı. Mentorum Stanley McCandless ile meslektaşlarım Richard Kelly ve Abe Feder’in, burada olup mesleğin nasıl geliştiğini ve günümüzde hangi şaşırtıcı ve yaratıcı çalışmaların çıkartıldığını görmelerini isterdim ki bunlar sayabildiğim bir kaçı. Mentorlarımın o tarihlerde bana söylediklerini şimdi ben de size söylüyorum. Hepinizi benim mesleki hayatımda gerçekleştirdiğimden daha fazla işler çıkarmaya davet ediyorum. Beni geçmenizi, aydınlatma tasarımcıları ve sanatçıları olarak yapılanları görebilmeyi ve bunun tadını çıkarmayı ümit ediyorum. Kısa bir süre önce New York’taki Lincoln Merkezi’nde “South Pacific” adlı müzikali dinleme fırsatı buldum. Mekânın hassas aydınlatma tasarımı, muhteşem sahne ışık tasarımcısı Don Holder tarafından yapıldı. Kişisel ve profesyonel olarak çalışmasını son derece beğendim. Böyle bir seviyede, mükemmel bir ışık sanatının uygulanabilmesinden çok mutluyum. Her zaman bu kalitede bir çalışma yaşanmıyor. Belki de aydınlatma tasarımının evrensel olarak bir sanat biçimi olarak kabul görmesi çok gerçekçi değil. Bizler bunun böyle olduğunu bilsek bile... Ancak tüm kalbimle bir kültürü ve sanatsal düşünmeyi kumanda edecek türde yasaların konulmamasını diliyorum. Aslında akkor ampul ile ilgili yasa son derece üzüntü veriyor. Pablo Picasso, James Turrell veya Roy Lichtenstein gibi sanatçılara, aşırı enerji ürettikleri için belli kumaşları veya malzemeleri kullanmamaları yönünde bir norm oluşturulabileceğini veya sanat eserlerinin sadece “kalıcı” malzemeden yapılmasının istenmesini düşünmek bile istemiyorum. Sanki bu tür kriterler gerçek sanatı yaratacakmış veya sanatın iyi olmasını sağlayacakmış gibi. Sir John Gielgud veya Jules Fischer’e, bir sahne görüntüsü için sadece metre kare başına 25 Watt kullanacaksınız dediğinizi hayal edebiliyor musunuz? Lütfen, şöyle bir düşünün!
Ben hayatımın gerçek olduğu kadar hayal edildiğini de düşünüyorum. Sizi, masalları ile bilinen en sevdiğim yazarın hikayelerinden alıntı birkaç düşünce ile başbaşa bırakmak istiyorum. Lewis Carrol’un büyüleyici kitabı “Alice Harikalar Diyarında Aynanın İçinden” bir alıntı yapıyorum: Alice “ Olmayacak şeylere inanmak mümkün değil... O zaman yeterli egzersiz yapmadın” diyor. Kraliçe, “Ben senin yaşındayken her gün yarım saat egzersiz yaptım. Bazen kahvaltıdan önce altı tane olmayacak şeye inandım’’ diyor.




BU MAKALEYİ TÜRKÇELEŞTİREN VE BASAN , BU AY 39. SAYISI YAYIMLANAN PLD TÜRKİYE DERGİSİ'NE VE DERGİNİN EDİTÖRÜ EMRE GÜNEŞ'E PAYLAŞIMLARI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.