Aydınlatma
tasarımı bir sanattır
Bilim ve
teknolojinin kullanımı sadece kural ve normlarla olan bir buluşma değil.
Metin: Howard Brandston, FIALD, FIES,
PLDA
PLD’de çoğu kişinin eğitim almış uzman ve bir üniversite mezunu olduğunu
tahmin ediyorum ki bunun da ön koşulu bazı yeteneklere sahip olmaktır. Hepimiz
okur yazarız, matematikte temel bir
bilgimiz var, konuşabiliyoruz ve iletişim kurabiliyoruz. Mesleğimizi belli
normlar ve kurallar çerçevesinde nasıl icra edeceğimizi örğendik. Bilmemiz
gereken her şeyin asgarisini öğrendik. Eeee, sonra? Eğitiminizi pek öyle
övmeyin. Belki de size verilenler çok yüzeyseldi. Özellikle medyada yer alan
makalelerden kendinizi koruyun. Bunların çoğu reklam propagandasından başka bir
şey değil ve sizleri beyin yıkamanın kurbanı yapıyor. Dikkat etmezsek yakında
kendi karar verme yeteneğimize olan inancımızı kaybedebiliriz. Kural ve normlar
veya şu sıralar moda olan yeni terimler, planlama terimleri gibi yardımcı
olarak araçlara odaklanıyoruz. Bunların hepsi saçma ve ne düşünülmüş ne de
temeli olan yöntemleri açıklıyorlar. Yine de gözde aydınlatma tasarımcılarının
bu tarzda mesleklerini icra etmeleri maalesef çok yaygın.
Aydınlatma tasarımı ilk etapta bir sanat.
Pratikte, geliştirme; tasarımda teknoloji ve bilimi kullanırız. Ancak sanatın,
öncelikle sonuç olarak görmek istediğinizi vermesi beklenir. Bu makalede
hayatım boyunca yaşadığım ya da aklıma gelen bazı deneyim ve düşünceleri
anlatacağım. Bunu yaparken sanat olarak aydınlatma tasarımına yönelik fikrimi
ve ışık sanatının gelişimine, görmek isteneni yaratmaya yönelik düşüncelerimi
açıklayacağım. Öncelikle cevaplanması gereken soru “Sanat nedir?” sorusudur.
Cevabı: “Bilgi veya yetenek gerektiren bir faaliyet... Güzel şeyler yaratırken
sanat yetisini kullanmak ve hayal etme gücü”. Sanat insana yönelik bir kültür
ürünüdür, yaratıcı bir sürecin sonucudur. Bir nevi “sanat eseridir”. Bana göre
bir sanat eseri orjinal bir konsept veya fikir, güzelliğin cisim bulmuş hali,
bir eserin yaratılması esnasında temelinde yaratıcılık yatan mükemmel bir
çalışmanın sergilenmesidir. Sanat, hayatımızın tüm görevlerinde entellektüel
bir performansın temelidir. Peki tasarım nedir? Yine Webster’den bir alıntı
yapacak olursak: Akılda bir şey düşünmek ve planlamak, bir şeyi tasarlamak ve
bir şey için plan çizmek, belli bir plan veya hedef için bir şey düşünmektir.”
Tüm bu tanımlar, tasarımın insanın aklında geliştirilmiş olan bir plan
olduğunu, bu planın sonunda uygulamaya alınıp gerçekleştirildiğini varsayar.
Tasarım bir kopya değildir. Bilinçli olarak düşünen insan kopyalar tasarlamaz.
Bir sanat eseri yaratmak için açık olmak
gerekir. Flesch Rudolph: “Yaratıcı düşünce, işleri eskiden beri yapıldığı gibi
yapmanın özel bir şey olmadığının anlaşılmasıdır”. Gördünüz mü? Yaratıcı
olmak çok kolay. Yapmanız gereken tek şey,
daha önce görmüş olduğunuz bir şeyi çalışmalarınıza dahil etmemek. Ancak yeni
tasarımınız ne zaman bir sanat eseri olur? Sanat eseri olabilecek bir konsepti
nasıl geliştirebiliriz? Farklı olmak sanat eseri yaratabiliyor olmak demek
değildir. Işık bir şiir gibi ruhunuzu okşuyor veya bir müziğin odayı doldurduğu
gibi ruhunuzu dolduruyor ise, o zaman bir sanat eseri yaratmışsınız demektir.
Sanatsal bir çözüm arayışı içindeyken elime kalemi aldığımda her yazılmamış
kağıt, her yeni tasarım projesi ruhumu hareketlendirir ve merakıma ilham verir.
Bu vizyonu, başkaları eseri gördüğünde gereken duygusal tepkileri ortaya
çıkartacak bir şeye dönüştürmeliyim. Her yeni projeye baştan başlamamın ve
sonuç olarak neyi görmek istediğinizi düşünmemin ve geçmiş bilgilerimi sizlere
aktarmamın neden önemli olduğunu anlatsam, bunu daha iyi anlayacaksınız. Ben
biraz geçmişte oyalanırken sabırlı olmanızı rica ediyorum.
Küçük bir oğlan çocuğu iken sanatçı
olacağımı biliyordum. Çok iyi resim yapabiliyordum ve daha fazla öğrenmek için
sanat yüksek okuluna gitmek istiyordum. New York’un Brooklyn Bölgesi’ndeki PS
238 okulundaki akıllı sanat hocam Bayan Grayson, böylesine bir eğitim sürecinin
beni çok kısıtlayacağı kanısındaydı. Bunun yerine tamamen akademik bir eğitim
ile sanat alanında ihtisas olanağı sunan özel bir okula (Orta okul I) gitmemi
tavsiye etti. İyi ki de öyle olmuş! Bir genç olarak benim için bu çok büyük bir
adımdı. Yepyeni ufuk açtı. Sanat öğretmenim, zamanın efsanevi sanatçısı ve
hocası Leon Freund’du. Kendisi Franklin Delano Roosevelt’in “Works Porgress Administration”
hareketinin yönetici üyelerindendi. Söz konusu hareket büyük depresyon
döneminde Amerika’da sanatı tekrar hayata döndürmeden sorumluydu.
Leon beni ve çizimlerimi seviyordu ve bu
şekilde efsanevi sanat hareketinin bir üyesi oldum. Benim görevim günlük sanat
dersinin hazırlıklarını yapmaktı. Leon sınıfa ödevini verir ve öğrenciler
çalışmaya başlamadan önce şöyle derdi: “Önünüzde bir kağıt var. Sanat eseri
için bir potansiyel. Bakalım siz bundan neler çıkaracaksınız”. Bu yalın cümleyi
hiç unutmadım: “Bakalım siz bundan neler çıkaracaksınız.” Her proje benim o düz
yaprağım oldu. Elimdeki projeden neler çıkaracaktım. Sonradan şunu
diyebiliyorum: O zamandan beri görmeyi öğrendim. “Learning to See: A Matter of
Light” adlı kitabımdan “Görmeyi öğrenmek” konusu hakkında daha fazla bilgi
edinebilirsiniz.
Aynı zamanda tiyatro ile ilgileniyordum.
Aynı okulda tiyatro ve drama dersleri veren ve bizi çeşitli Broadway
gösterilerine götüren Gustav Blum ile tanıştım. Gösteriler benim o dönemki genç
hayal gücüm için gerçek bir facia idi. Korkunç derecede yetenekli tasarımcılar
ve gösteri sanatçılarından ilham alarak ve olağanüstü öğretmenlerimin desteği
ile geleceğimi açıkça gördüm. Tiyatroda çalışacaktım.
Mimari ve mühendislik dallarının aksine,
tiyatroda kurallar, talimatlar ve normlar yoktu. Ne yaparsanız yapın büyük bir
gösteri için yapılırdı. Sanki sınırlar yoktu. Biraz çaba ve çok büyük bir
porsiyon hayal gücü yetiyordu. Yaratıcılıkla tiyatronun sahne görüntülerinde
çalışma ayrıcalığı ve bu şekilde edinilen deneyimler, bir üst eğitim aşamasına
geçene kadar hayatımı şekillendirdi. 16 yaşımda “Serbest Sanat” dalına
kaydoldum. Ana dal olarak tiyatro bilimleri ve yan dal olarak felsefe aldım.
Mükemmel bir öğrenci olmama rağmen okul gösterilerinde yer alan öğrencilerin
performansları ve beklentileri tamamen korkuttu. Herhangi bir görevi üstlenmek
veya en küçük rolde oynamaya korkuyordum. Kendi başıma çalışabileceğim sanat
atölyelerine çekildim. Pratik stüdyo çalışmalarına müracaat etmemiş olmama
rağmen Leon Freund’un sanat atölyesindeki üyeliğim nedeniyle bu alanda
çalışmama müsaade ettiler. Orada gayet delişmen ve ilham kaynağı bir öğrenci
olan Paul von Ringelheim ile tanıştım. Yakın arkadaş ve birbirimize ilham
kaynağı olduk. Mezuniyetinden sonra Paul, Pablo Picasso’nun asistanı oldu.
Felaket. Ben tiyatroya aşık olmuştum. En
sonunda bütün cesaretimi topladım ve yakın bir tarihte gösterime girecek olan
bir gösterinin hazırlık toplantısına katıldım. Büyülenmiş bir şekilde
toplantıda oturuyordum. Gösterinin farklı unsurlarında çalışacak gönüllüler
aramaya başladılar. Bir sonraki gösterime kadar görevsiz kalmak istemiyorsam,
elimi kaldırıp gönüllü olarak bir görev almak için harekete geçmen gerektiğini
anladım. “Işıklandırmayı kim yapacak” sorusuna “ben” diye cevap verdim. Yeni
hayatımın başlangıcı bu andı. Tiyatro sanatçısı olacaktım.
Genç yaşımdan beri sanat kelimesinin,
aydınlatma tasarımını tarif ettiğini biliyorum. Sanat!
Neden aydınlatma tasarımı bir sanat
olmalı?
Bu neden önemli. Çünkü neye varmak
istiyorsak onu gösterecek. Bir sahneyi veya mekânı nasıl görmek istiyorsak o
şekilde yaratma yeteneği. Çok geç olmadan işverenlerimiz için ve sanatsal ışık
çözümleri tasarlamak için yasaların şartlarını ve tüm yeni yasaların bize
aydınlatma tasarımını sanat olarak icra
etmemize olanak sağladığını bilmek zorundayız. Halen geliştirilmekte
olan ve bize tanıtılan tavsiyeler ve normlar kısıtlamanın çok ötesine geçiyor.
Neredeyse tasarımsal içeriği boğuyor. Akkor ampul ile ilgili girişimleri
düşünmeniz yeterli. Sanata karşı olan, tüm bu saldırıları başlatıyor? PLDA veya
IALD’mı? Hayır! Bunları başlatanlar siyasetçiler – evet! 1875 tarihi doğumlu
İngiliz yayıncı Ernest Benn şöyle diyor: “Siyaset bela arama ve sonra belanın
mevcut olup olmadığını tespit etme, sonra yanlış tanı koyma ve buna karşılık
tamamen yanlış bir çözüm sunma sanatıdır”. Bana sorarsanız, ışık dünyası şu
sıralar böyle görünüyor. Ancak bu dünyayı değiştirebilirsiniz. Hatta bir
aydınlatma tasarımcısı ve sanatçı olarak bunu yapmakla yükümlüsünüz. Bugüne
kadar ne kurallar ne de normlar, beni kötü çalışmalar sunmaya itebildi!
Aydınlatmanın sanatı ilhamla başlar!
İlham ise açıklık, şüphe ve merak ile doğar. Sanatçı, müzisyen, artist, yazar,
filozof, bilim adamlarına yönelik ilgiye ve bunların çalışmalarını kabul etmeye
dayanır. Kişisel olarak bu süreci New York Kenti’nin cafe ve restoranlarında,
düzenli olarak sanatçı ve artistleri görerek tatma şansına sahip oldum. Birkaç
heyecanlı konuşmalarda bulundum. Ben zamanında – ve halen – bu tür sohbetlerden
ve bana yolumda eşlik eden çeşitli mentorlarımdan ilham aldım. Bunun dışında,
çalışmalarını destekleme fırsatı verilen örneğin Martin Puryer, Dan George,
James Turrell ve Roy Lichtenstein gibi tanınmış sanatçılarla yaptığım
çalışmalardan ilham aldım. Tüm bu deneyimlere müteşekkirim. İlhamın hiçbir
zaman kendi çalışmalarımın bir sonucu olmadığını öğrendim. G.K. Chesterton’un
dediği gibi: “Elinizdeki tek alet bir çekiç ise her problemi bir çivi olarak
görmelisiniz”.
Sanatsal yaratıcılığımız, kendi planlama
ofisimizin kazandığı bir gelire bağlı olmamalıdır. Bununla ilgili olarak özel
bir örneği paylaşmak istiyorum: Her ne kadar eşim çok mutlu olmasa da, yemek
yaptığımda her zaman özel bir şey yaratmak istiyorum. İster eşim, ister
arkadaşlarım veya kendim için olsun, daha önce hiç masaya konulmamış bir şey
yapmak istiyorum. Böylece yaratıcılığımı sürekli ayakta tutuyorum. Tüm bu
başarılı akşam yemeklerindeki en büyük dezavantaj, eşimin aynı yemeği bir kere
daha yapmamı istemesi. Ama bu çok sık
olmuyor!
Özgürlük Anıtı - Dış |
Ben bedenim ve ruhumda çalışıyorum.
Yaratıcı bakış açısı için çok önemli olan konser, tiyatro gösterileri ve sanat
eserleri sergilerine katılıyorum. Aynı zamanda egzersiz de yapıyorum. Bu
sportif egzersiz değil, bunun dışında, ruhsal yeteneklerimi geliştiriyorum.
Tanımadığım bir mekâna girdiğimde, mekândaki bir ögenin yerini değiştirerek,
özellikle ışık ile alâkası olmadan görüntüyü nasıl iyileştirebileceğime
bakıyorum.
Bir başka egzersiz ise, bulunduğum
mekânda ne kadar ışık olduğunu tahmin etmek oluyor. Farkettiniz mi “Tahmin
etmek” dedim ve “ölçmek” demedim. Hiçbir
zaman önce ölçülmemeli. Bundan hiçbir şey öğrenemezsiniz. Tahmin ettiğimi not
ediyorum. Sonra mekândaki, ışık kaynaklarını kontrol ediyorum. Pencerelerin ve
varsa çatı pencerelerinin büyüklüğüne bakıyorum. Sonra günün saatini kontrol
ediyorum ve kafamdan, bulunduğum yer için tüm ışık kaynaklarının ne kadar ışık
ürettiğini hesaplıyorum. Bazen hile yapıyorum. Bir kalem ve kağıt ile hesap
yapıyorum. Lux ölçerim yanımda değil ise yansıma enerjisini ölçüyorum ve ne
kadar iyi olduğuma bakıyorum. En sonunda sonuca varmak için ne kadar daha
eklemem gerektiğini tespit ediyorum. Her şeyi not alıyorum. Ne yaptım? Görmeyi
ve değerlendirmeyi örğendim. Işığı okuyabiliyor ve yazabiliyorum!
Bu müziği yazmak gibi bir bale ustasının
yeni koreografi yaparken aldığı notlar gibi... Işığı yazabilirsiniz. Bu tür
günlük bir eğitim rutini, tiyatro dünyasında “sense memory” (emosyonal hafıza)
olarak adlandırılan mekân ortamı. İşte bu duygusal hafıza, ışığın mekân
içindeki duygu etkisinin bilgi kaynağına dönüşüyor. Bunu baz alarak tasarlanan
ışığın, aydınlatılan mekâna uygun duyguları nasıl yaratacağı önceden
söylenebiliyor. Bu tür egzersizlerle projelerim için en doğru ışık kaynağını,
ışık dağılımı ve lamba yerleşimini tayin edebiliyorum. Bunlar aydınlatma
tasarımını sanata çeviren ve ışığın, aydınlatılmış mekânların ruhunun ayrılmaz
bir parçasını oluşturan temel araçlar. Hem iç hem de dış alanlar için geçerli.
Her projenin arkasında bir işveren ve
temsilcilerinin olduğunu biliyorum. Benim için onların beklentilerini
karşılamak son derece önemli. Aynı zamanda, proje ile görsel olarak temas
kuracaklar için tasarım yapıyorum. Her proje, bir kent veya bölge içindeki ve
hatta binanın inşa edileceği eyalet içindeki yerin bir alt sistemi. Herkesi
memnun etme gibi ek yük beni tutku ve ilham ile orjinal bir eser yaratmaya
teşvik ediyor. İnsanın, görme sisteminin karmaşıklığını teorik olarak
rakamlarla ifade edebilsek de insan algısını numerik olarak açıklamak çok zor.
İnsan duygularını en derinden tatmin edecek görsel bir çözüm arayışında
sayılara bağlı bir yöntem kullanmak doğru olmayabilir. Bu nedenle
metodolojinin, düşüncelerin ve tüm potansiyel çözümlerin kontrolü ile ilgili olarak
işveren, tasarım ekibi ve diğer birçok unsuru kapsayan interaktif bir bileşeni
içermesi gerekmektedir. New York Limanı’ndaki Özgürlük Heykeli’nin varlığını
bir düşünün. Tüm dünyadaki farklı kültürlerden gelen insan kitleleri için
aydınlatma tasarımcıları olarak kendimizi sorumlu hissettik. Kişisel algılara
hitap etmek için, projenin başında büyüklüğüne bakılmaksızın işverenin ekibi
ile inşaat alanının çevresinde ve benzer projelere bir tur yapıyorum. Bu
ziyaretlerle bina veya bir yer için ışık tasarlayacaksak, hangi hedeflere
ulaşmamız gerektiğini görebiliriz. Tüm katılımcılar bu geziden bir şeyler
öğreniyor. Işığın, inşa edilmekte olan projedeki rolünü daha iyi anlamamızı
sağlıyor. Programın tamamı sadece kelime ve çizimlerden oluşmuyor. Ayrıca bir
dizi görsel sonuçlar da sunuluyor. Tasarımcılar, turlar ve görülenler konusunda
bilgi alışverişi ile projenin ne kadar zorlu olabileceğini anlıyorlar. Hangi
çözümlerin olabileceğini ve projenin başarı ile gerçekleştirilmesinde hangi
kural veya normların engel teşkil edebileceğini anlıyorlar.
Profesyonel aydınlatma tasarımcısı kim?
Belli bir sayıda proje tasarlayanlar
kendilerini aydınlatma tasarımcısı olarak adlandırabilirler. Ancak bu kişiler
otomatik olarak “profesyonel” midir? Kesinlikle amatör değildirler.
Uzmandırlar. Ancak ne zaman bir profesyonel aydınlatma tasarımcısı olunur?
Benim kanaatimce mesleğe kabul görmüş bir katkıda bulunanlar profesyonel
aydınlatma tasarımcıları olarak adlandırılabilirler. Bu takdirin
meslektaşlarından gelmesi gerekir. Ünvanı kendiniz koymamış olmalısınız.
Yetmişli yıllarda, ABD’deki ilk ASHRAE / IES enerji kuralı için yeni binalarda
ışığın enerji tasarruflu kullanımına yönelik bir matematiksel formül yazdım.
“Aydınlatma Sanatçısı” olarak ışıkla ilgili kuralların gelişmesine katkı
bulunmam gerektiği konusunda kendimi sorumlu hissettim. İyi ışık çözümlerinin
korunması ile ilgili katkım olmalıydı. Muhtemelen bildiğiniz gibi, aynı
nedenlerden dolayı yıllarca IIESNA ve IALD derneklerinde profesyonel olabilmek
ve aydınlatma tasarımını sanat olarak geliştirmek için görev aldım.
Ne zaman aydınlatma sanatçısı olunur?
Bana göre sanatçılar, çalışmaları kendi
faaliyet alanlarının dışında kabul görmüş yaratıcı insanlardır. Hedef
aydınlatma tasarımının sanatını sürekli geliştirmektir. Bu mesleğin son 50
yılda nasıl ilerlediğini görmek çok heyecan verici. Ellili yıllarda bir elin
parmakları kadar sayıda aydınlatma tasarımcısı vardı. Daha heyecan verici konu
ise, bu mesleği edinmeye karar veren ve giderek artan genç bay ve bayanların
sayısı. Mentorum Stanley McCandless ile meslektaşlarım Richard Kelly ve Abe
Feder’in, burada olup mesleğin nasıl geliştiğini ve günümüzde hangi şaşırtıcı
ve yaratıcı çalışmaların çıkartıldığını görmelerini isterdim ki bunlar
sayabildiğim bir kaçı. Mentorlarımın o tarihlerde bana söylediklerini şimdi ben
de size söylüyorum. Hepinizi benim mesleki hayatımda gerçekleştirdiğimden daha
fazla işler çıkarmaya davet ediyorum. Beni geçmenizi, aydınlatma tasarımcıları
ve sanatçıları olarak yapılanları görebilmeyi ve bunun tadını çıkarmayı ümit
ediyorum. Kısa bir süre önce New York’taki Lincoln Merkezi’nde “South Pacific”
adlı müzikali dinleme fırsatı buldum. Mekânın hassas aydınlatma tasarımı,
muhteşem sahne ışık tasarımcısı Don Holder tarafından yapıldı. Kişisel ve
profesyonel olarak çalışmasını son derece beğendim. Böyle bir seviyede,
mükemmel bir ışık sanatının uygulanabilmesinden çok mutluyum. Her zaman bu
kalitede bir çalışma yaşanmıyor. Belki de aydınlatma tasarımının evrensel
olarak bir sanat biçimi olarak kabul görmesi çok gerçekçi değil. Bizler bunun
böyle olduğunu bilsek bile... Ancak tüm kalbimle bir kültürü ve sanatsal
düşünmeyi kumanda edecek türde yasaların konulmamasını diliyorum. Aslında akkor
ampul ile ilgili yasa son derece üzüntü veriyor. Pablo Picasso, James Turrell
veya Roy Lichtenstein gibi sanatçılara, aşırı enerji ürettikleri için belli
kumaşları veya malzemeleri kullanmamaları yönünde bir norm oluşturulabileceğini
veya sanat eserlerinin sadece “kalıcı” malzemeden yapılmasının istenmesini
düşünmek bile istemiyorum. Sanki bu tür kriterler gerçek sanatı yaratacakmış
veya sanatın iyi olmasını sağlayacakmış gibi. Sir John Gielgud veya Jules
Fischer’e, bir sahne görüntüsü için sadece metre kare başına 25 Watt
kullanacaksınız dediğinizi hayal edebiliyor musunuz? Lütfen, şöyle bir düşünün!
Ben hayatımın gerçek olduğu kadar hayal
edildiğini de düşünüyorum. Sizi, masalları ile bilinen en sevdiğim yazarın
hikayelerinden alıntı birkaç düşünce ile başbaşa bırakmak istiyorum. Lewis
Carrol’un büyüleyici kitabı “Alice Harikalar Diyarında Aynanın İçinden” bir
alıntı yapıyorum: Alice “ Olmayacak şeylere inanmak mümkün değil... O zaman
yeterli egzersiz yapmadın” diyor. Kraliçe, “Ben senin yaşındayken her gün yarım
saat egzersiz yaptım. Bazen kahvaltıdan önce altı tane olmayacak şeye inandım’’
diyor.
BU MAKALEYİ TÜRKÇELEŞTİREN VE BASAN , BU AY 39. SAYISI YAYIMLANAN PLD TÜRKİYE DERGİSİ'NE VE DERGİNİN EDİTÖRÜ EMRE GÜNEŞ'E PAYLAŞIMLARI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
BU MAKALEYİ TÜRKÇELEŞTİREN VE BASAN , BU AY 39. SAYISI YAYIMLANAN PLD TÜRKİYE DERGİSİ'NE VE DERGİNİN EDİTÖRÜ EMRE GÜNEŞ'E PAYLAŞIMLARI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.